Sabah kalkıp zeytinlikte bir tur attım.
İlk yağan yağmurun ardından toprağın suyu ne kadar çektiğini, zeytin ağaçlarının ne  durumda olduğunu, arıların çalışmasını gözle kontrol edip dönecektim hesapta…
Geçen sene aldığım krom arıcı körüğümü bir arı kovanının altına saklamıştım ve yağmurdan etkilenmez nasılsa diye düşünürken gözümün önünde sular içinde yüzdüğünü canlandırıyordum kafamda iki gündür…

insan kuş misali
Motosikletle yağmurdan sonra açan güneşin yaladığı sisli, bol nemli havanın içinde oksijen çarpmışa dönüyorum bu sabah. Yanımdan geçen bir büyük otobüsten sıyrılan sığırcık kuşu tam “bana çarpacak” derken sağ ayağıma hafifçe çarpıyor, onun tüylü yumuşak bedenini hissediyorum. Aynadan bakıyorum ama pek bir şey göremiyorum. “Acaba yaşıyor mu?” diye içimden geçirsem bile hızlıyım ve durmuyorum. Üzerinize kuş pislediğinde gidip bilet alan insanlarımızı düşünürsek; kuş motorla giderken ayağına çarpana ne olur ? Şaka değil, kuş pislemiyor, direkt çarpıyor.
Bir de işin diğer tarafını düşünüyorum “ya kafama çarpsaydı, ya çok hızlı çarpsaydı ? ya leylek çarpsaydı ?”
Bazı arkadaşlar var, kaskın önemini konuşurken hep anlatırlar “gözüne kuş çarpan akrabalarının kör kaldığını bir gözünü kaybedip”.. Minicik bir sinek bile akşam vakitlerinde kasksız yola çıktığınızda hızla gözünüzün derinliklerine kaçıp yakar geçer asitli vücut sıvısyla gözünüzün içini.

Ben yine de “kuş değdi bana sabah sabah” diye kendime bir iyi umut hikayesi yazıp zeytinliğe varıyorum.
Krom körüğüm koyduğum yerde ve de sapasağlam. Hiç ıslanma yok. Tarlanın ortasında  “gölge yapsın da zeytin sularken altında dinleniriz ağaçlar büyüyene kadar” düşüncesiyle bıraktığım Pırnav çalısı koca bir ağaç olma yolunda sık dallarıyla yağmuru süzmüş. Maki bitki örtüsünde çalılık diye tabir edilen bu pırnavlar aslen Akmeşe’dirler ve baltalık budamayla dev ağaç olurlar. Ağaçları çok sert olduğundan marangozlar pek sevmez. Balyoz vb sapında harikadırlar.

Onun altına -tarlada su olmadığından- ilaçlama yaparken su sağlayacak eski güneş enerjisi depoları var. Bunların bulunduğu yere geçen senelerde bir hurma palmiyesi ektiydim. Arılara yaz kış beyaz bir polen veriyor ve hurma yapmasa da arıların yavru beslemek amacıyls yaz-kış polen bulmasını sağlar düşüncesiyle diktiğim bu palmiye gölgede mi kaldığından anlamadım çok yavaş gelişiyor.

İşte o palmiyenin altında geçenlerde bir mantar peydahlanmış. Fofoğrafını çekip internette arkadaşlara gösterdim. Herkes uzak durmamı söyledi. Şirin Babanın evi olmadığı kesin…

Yarıya kadar toprak içinde olan bu mantar acaba bir çeşit domalan mantarı olabilir mi diye düşünürken arkadaşlardan bazıları “dokunman bile yeter tahtalı köyü boylarsın” deyince epey çekindim… Hatta “Mecik maşrum” -magic mushroom- diyen bile çıktı.

Ama mantarlar çok lezzetli bile olsalar böbreği bir kaç saatte iflas ettirip karaciğer tahribatı da yaptırdıklarından ölümcül olabiliyorlar ve Milas çevre köylerinde pazarlara köylüler ve avcılar tarafından toplanıp getirilen kuzugöbeği, çıntar ve benzeri mantarlar harici kendim cesaret edip toplayamam.
İşte aynı yerde yine aynı mantardan çıkmış.
“Belki de domuzlar bu mantarlar için tarlayı eşeliyolardır” diye düşünüyorum birden. Hani Afrikada bir ağacın şekerli meyveleri kendi kendine mayalanıp alkolleniyor da maymunlar filler gidip bunu yiyip kafayı buluyorlar ya bir belgeselde..

Acaba bu da bir çeşit magic mushroom da bunun için mi geliyorlar diye düşünmediğim de olmadı. Çünkü toprak altındaki mantarların yani o çok değerli Turüf mantarının bile çıkarılması için Avrupanın Fransa gibi bazı ülkelerinde domuzları sırf bu iş için ehlileştirdiklerini görmüştüm bir seyahat programında.

Köpeklerden daha iyi kokusunu alıyorlarmış yeraltında yetişen ve bir servet değerinde olan o mantarların -elbette domuzlar kendileri de yediklerinden dolayı- köpeklerden farklı olarak.

Ben bunları düşünürken ayaklarım beni arılara götürdü. Arıcılıkla ilgileniyorsanız hiç parfüm masrafınız olmaz. Kendinize saldırtmak istemiyorsanız arılığa giderken parfüm kullanmazsınız. Arılar parfüm kokusuna gıcık olduklarından sizi kalbura çevirebilirler.  Koku sürmeden arılığa gitmeyi öğreneli epey zaman oluyor. Fakat geçen sene çok koloni kaybettiğimden arılara ilgim azaldı.

Artık baldan, propolisten ziyade  “tozlaşma yapsınlar” diye doğa için arı besliyorum. Arıların olduğu yerdeki zeytinlere bakarken geçen hafta çok kısa kesitirdiğim saçlarımı da geçerek üç dört arı kafamı iğneliyor. Antibiyotik mi dersin antiinflamatuvar mı artık ne derseniz deyin iğneyi yaptırdım sabah sabah.
Traş losyonumun kokusuna gıcık olan arıları atlatıp da Zeytinliğin ortasına geldiğimde bir ağacın dallarını dört bir yana koparıldığını görüyorum. Diğer ağaçlarda yok, sadece bir ağaç o durumda ve yaklaşıp filmini de çekiyorum. Acaba iki ayaklı mı yoksa dört ayaklı mı bu domuz diye düşünürken sanki elle koparılmış diye düşünürken, dalların koparılan yerlerinde dişlendiğini, gevelendiğini görüyorum…
Geçen sene çok emek sarfedip ektiğim marulları, havuçları yerde kraterler açarak tarumar eden domuzlar tekrar bu sefer zeytinler için geliyorlarsa zeytinde erken hasat zilleri çalar benim için diye düşünüyorum.

Hatta memlekette dinen yasak olmasaydı bir tane kalmazdı piyasada demiştim bir ara… Çiftçilerin Yaban domuzlarından kurtulması için yöntemler var. Geçen yıl granül halde domuz kovucu toz alıp serpelediysem de pek bir işe yaramadı. Bu domuz kovan karışımlar için hayvanat bahçelerinden temin edilen aslan, kaplan vb yırtıcı kedilerin çişleri, kakaları kullanılıyormuş diye duymuştum. Kokuyu keskin burnuyla alan domuz bir daha oralara esmiyormuş… Köpeklerin de bu yöntemle işaret bıraktığını gözönüne alırsak doğru olabilir..
Sabah nemle yağmurla ıslanınca özelliğini kaybediyormuş. Elektrikli çit çekenler daha memnundu domuzu uzak tutmak konusunda. Asıl mesele şu… doğanın asıl sahipleri olan yaban hayvanlarının yaşam alanları zeytinlik yada başka tarımsal faaliyet için açıldıkça hayvanlar eski alışkanlıklarına devam ediyorlar.
Domuzların neslini kontrol için sürek avı yaparlardı. Karayolunda çarpılan tilkileri porsukları gördükçe üzülen kaç kişiyiz bilemiyorum. Bir küçücük tilkidir Tilki olmasına. Gel gör ki o Tilki daha yavruyken domuzcukları çalar ve neslin kontrolünü sağlar.

Bir başka deyişle Tilkiler domuzlara karşı mücadelede sağa sola domuz sıkısı sıkan avcılardan daha doğal ve ekonomiktirler…
Senede bilmem kaç yavru yer ama avcıdan masrafsızdır o kesin. 
Yani sadece onların yaşam alanlarını gaspedip tarla yaptığımızdan değil; bilinçsizce Tilkilerin porsukların da yok edildiğinden domuzların bu şekilde üredikleri söylenebilir dersem yanlış olmaz…

Tarladan dönerken ilaçlama ekipmanlarını ve ilaçları da köye geri getiriyorum. Artık ilaç zamanı değil. Atılsa bile mikrobiyal gübre vb doğal ürünler spreylenir.

Domuz sezonu açmış görünüyor. Daha fazla zarar vermeden zeytinleri toplamaya başlamalı…

Bir yanıt yazın